“Nazi Eli” diyor ki: "Asla vazgeçmeyeceğim. Ben bir Nazi'ydim ve hepsini öldürene dek yorulmadan Nazi olacağım... Büyükbabam yarı Yahudi bir oğlandı. Çocuk sahibi olmayacağım, böylece az da olsa Yahudi kanına sahip bir pislik doğmamış olacak." Bu ve buna benzer cümleler geçen haftadan beri gazetelerden eksik olmuyorlar. Normalde, yani Yahudi olmayan faşistler böyle sözler sarf ettiklerinde, söylemleri böyle rahatça gazetelerde yer almadığından mı şaşkınlığımız bilemiyorum. Ama herkes hayretler içinde. Sanırım şaşırtıcı olan, bu seferki Nazilerin İsrail’de yaşayan Yahudiler olmaları. Haber, medya açısından insanların “ait oldukları” etnik gruba yönelik böyle bir nefret hissetmesi sebebiyle ilginç. Hani, “anasını-babasını kesti” manşetli üçüncü sayfa haberleri gibi. Tabi diğer yandan bu ilginçlik, yukarıdaki cümlelerin ana akım medyada varolabilmesi sorununu da ortaya çıkarıyor, ama az olanın, nadir görülenin haberinin ilgi çektiği dünyada bu anlaşılabilir. Zaten bu hassasiyetin de farkında olan editörler, bir faşist çetesinin yakalanmasını, adi bir ırkçılık vakası olmaktan öte, sosyal bir soruna mercek tutma iddiasıyla kamuoyuna duyuruluyor.
Beni bu haberlere dair yazmaya iten ise, kötüye-kötülüğün kaynağına dair yapılan çarpıtma. Sorunun kaynağını görmemeye dikkat ederek yazılmış onlarca ayrıntı gerçekten rahatsız edici. Bunu anlatabilmek için konuya dair haberlerden birkaç alıntı daha yapmak gerekiyor.
“..Çete, Tel Aviv yakınlarında sinagoglara zarar verdi. Etiyopya’dan gelen Yahudileri (siyahlar), eşcinselleri, madde kullananları ve dini kıyafetler giyen Ortodoks Yahudileri dövdüler. Üstelik vahşetlerini kameraya alarak belgelemişlerdi... İsrail'in güneyindeki Dimona kentindeki sinagoga önceki sabah duasına gelenlerin, sinagog ve bahçesini çevreleyen duvarlara, sprey boyayla çizilmiş gamalı haç resimleriyle karşılaştığı haber verildi. Dimona Belediye Başkanı Meir Kohen, gamalı haç resmini çizenlerle ilgili herhangi bir bilgi getirene, kendi cebinden yaklaşık 500 dolar (2000 İsrail şekeli) tutarında ödül vereceğini bildirdi. İsrail'de geçen günlerde, Neo-Nazi çetesi üyesi olmakla suçlanan gençler tutuklanmıştı. Bu olaydan birkaç gün sonra, Eilat'ta bir sinagogun duvarlarına, "Hitler Mesih'tir, çok yaşa İsa" yazıları yazılmıştı.”
Haberlere anlam vermek neredeyse mümkün değil. Kendi “ırkdaşlarına” zulmeden, ülkenin her tarafına yayılmış bir şiddet ağı.. Haberler buna işaret ederken, ne olduğunu anlamak yerine hayretlik suçları sıralıyorlar.
Bu noktada, Yahudi Naziler’in nasıl varolduğunu anlamak için belki de kimlik tanımları üzerine bir kez daha düşünmek gerekiyor. Öncelikle, Yahudi diyerek, çerçevesi insanlık içinde alt bir küme oluşturan, diğerlerinden ayrılabilen bir grup oluşturduğunuzu görmelisiniz. Her etnik grubun varoluş amacı, bu gruplaşmadan beklenen, grup üyelerinin ortak bir çıkarları olduğu varsayımı üzerinden, birbirleriyle akraba gibi yaşamalarıdır. Bu mantık sizi dış çevreden, diğerlerinden koruyabilir, zayıf düştüğünüzde sizi kollayabilir, aç kaldığınızda size iş bulabilir. Etnik aidiyet bu işlevsel sebeplerin, kültürel simgeler ve ayinlerle karıştığı bir çorbadır. Ancak bazı karmaşık yan etkilerden de bahsetmek aynı derece kolaydır. Kendini bir gruba, mesela Yahudilere ait hisseden bir kişinin, diğer soylardan gelenlere dair öncelikli bir sorumluluğu yoktur. Onlara da yardım edilebilir, ancak kaynaklar dahilinde.. Hayatta kapladığı yere göre, cemaatin dertlerine çözüm getirmesi, cemaatine faydalı olması beklenir. Yani eğer fabrika sahibiyse, cemaatinden insanlara iş vermesi, bakkalsa cemaatinden olanın borç kredisini daha yüksek tutması, kan dökücüyse ırkının düşmanlarına yönelmesi beklenir. Pozitif ya da negatif (çağın ruhuna göre) milliyetçilik bu mantıkla işler. “Bizi” kolla, “ötekinin” rekabetini savuştur..
Halbuki haberde adı geçen 16-21 yaş arasındaki gençlerin Yahudiliği bu denklemi kırıyor. Yani adam köpeği ısırıyor. Haberler devam ediyor: “Zanlılardan birisinin Yahudi teolojisi eğitimi aldığı, bir diğerinin babaannesininse soykırımdan sağ kurtulanlardan birisi olduğu bildirildi.... Çete üyelerinden birinin milliyetçi bir ailenin mensubu olduğu, anneannesinin 6 yaşındayken Ukrayna’da Naziler’in elinden kurtulduğu açıklandı.”
Tabii saygın gazetelerde “sorunu” tanımlayan, derinlik sahibi yorumlar da değerli bilgilerin eşliğinde sunuldular. “Sovyetler’in çökmesiyle birlikte 90’larda 1 milyondan fazla insan İsrail’e göçtüler. Bu yeni göçmen kitle, büyükbaba ya da büyükannelerinden birinin Yahudi olması halinde, uygulanan Geri Dönüş Yasası’nı kullanarak vatandaş olmuşlardı. Zanlı gençlerin hepsi eski Sovyet ülkelerinden gelen göçmenler.... Neo-Nazi çetesinin yakalanmasıyla birlikte, otomatik vatandaşlık hakkı tanıyan Geri Dönüş Yasası tekrar tartışılmaya başlandı. İsrail’in bir noktada vatandaş statüsüyle ülkede bulunan Arapların Yahudi nüfusu geçecekleri korkusuyla bu göçlere izin verdiği iddiaları tartışılıyor.” İçişleri Bakanı Meir Sheerit, tepkileri hemen karşılıyor: “Bunların ve ailelerinin vatandaşlıklarını inceleteceğim. İşlemi geri çevirmekten çekinmem” buyuruyorlar. Bir Yahudilik sınavını aşanlar vatandaşlık hakkına sahip olacaklar özetle, kanını kanıtlayabilenler..
Tabii durum biraz daha çetrefilli ve her zaman olduğu kadar sıradan. Hem Bakan’ın hem de medyanın görmek istemediği gerçek bu. Irklar-milliyetler üzerine kurulu bir dünyanın, vazgeçilmez parçası olan “zinde kuvvetlerin” karşıtını doğurması, üstelik işgalin çürüttüğü bir toplumda kaçınılmazdır. Yani “kendi kabilesine arkasını dönen gençler” sorunu, bir vatandaşlık belgesinde hata düzeltimiyle çözülemez. Çöken Sovyetler’den kaçan pek çok “Rus –(İsrail’de böyle tanımlanıyorlar)” için bu deneyim sarsıcı ve yıkıcıydı. Çoğu, meslek sahibi olmalarına rağmen, İsrail şartlarının altında maaşlarla, temizlik işlerinde, fedailikte ve işgal bölgesinde ön cephede çalışmaya zorlandılar. Gençleri, çetelerin vazgeçilmez üyeleri haline geldiler. 2003’te çocuk suçluların %14’ünün bu gençler (Rus) arasından çıktığı, dışlanmışlık ve ümitsizliği derinden yaşayan “ötekilerin” bir vatandaşlık bulmuş olmanın minnettarlığıyla hareket etmediği bir yerin ilginç bir yanı olmaması, haberlerde bu kısmın görülmesini engellemiş olabilir mi? Ümit ederim öyledir.
Yediot Aharonot gazetesine konuşan bir öğretmen şöyle diyor: “Bu gençler muhtemelen hayal kırıklığı ve yoksunluğun öfkesiyle hareket ediyorlar.” Sorunlu, örgütlü suça bulaşmış, edinemediğinden güce tapan, horlanan ve ümitsiz gençlerin cephelere sürülüp canavarlaştırıldığı her yerde yaşanan sıradan bir durum. Mekân ve zamana ait bilgileri, kim kime vurmuş bilgisine sarıp attığımızda -neredeyse bildiğimiz, “bizden” bir hikâye. Irk-millet egemenliği üzerine kurulu sistemler, birilerini dışlayarak varolur. Kendi ötekilerini yaratarak güç kazanırlar. Üstelik sürekliliği olan bir askeri “ihtiyaç” varsa toplumun en korktuğu, şiddetle sakındığı her şeyi gözünün önünde, “içeriden” görmesi bu sistemlerin cilvesidir. Manyaklar, sapıklar, faşistler her zaman olacak, onları yaratan, yaşama şansı veren, güçlendiren, haklı çıkaran bu sistem devam ettiği sürece daha çok şaşıracağız. (Bu yazı yazıldığında İsmail Türüt’ün ırkçı şarkısının haberleri henüz gazetelere düşmemişti. Yazının konuyla hiç bir şekilde bağlantısı bulunmamaktadır...)